Deprecated: Methods with the same name as their class will not be constructors in a future version of PHP; wpauHelper has a deprecated constructor in /home/emreguze/domains/emreguzer.com/public_html/wp-content/plugins/wordpress-automatic-upgrade/wpau_helper.class.php on line 22
Social | Emre Güzer

MasterCard E-Ticaret Günü Bölüm 2 – Debit Kartlar ile E-Ticaret

“MasterCard e-Ticaret günü”nün gündem maddelerinden, debit kartların online alışverişlerde kullanımına ilişkin sektördeki son durumu paylaşmak istiyorum.

Öncelikle bunun yeni bir şey olmadığını, kısa bir süre öncesine kadar debit kartlarla online alışveriş yapabildiğimizi belirtmekte fayda var. Geçtiğimiz yıl, bu kartları 3D Secure akışına yönlendirmeyen ülkeler, lisansör kuruluşların da uyarısıyla kartlarını online alışverişe kapatarak, teknoloji tarafında bu geliştirmeleri yapmaya başladı. Bunun nedeni; debit kartlarla yapılan alışverişlerde charge-back (ters ibraz) kurallarının kredi kartlarındaki kart net olmamasıydı. Bu durum güvenlik endişesiyle kredi kartı numarası vermek yerine, debit kartıyla online alışveriş (CNP) yapan bir müşterinin kredi kartına oranla daha riskli bir işlem yapmış olabileceği anlamına gelebiliyordu. Bilindiği üzere charge-back kuralları büyük oranda kredi kartı sahiplerini korur.

Bu geliştirmeler sırasında Türkiye’de debit kartlar ile online ödeme yapmaya olanak sağlayan tek ödeme yöntemi BonusPay oldu. Bu uygulama alışverişler şifreli sonlandırıldığı için; kart sahiplerinin ve üye işyerlerinin korunaklı olduğu, cep telefonundan ödeme yapmaya/almaya olanak sağlayan alternatif  bir ödeme yöntemi olarak dikkat çekti. Bu uygulamanın 2011 yılında adından sıkça söz ettireceğini belirtmekte fayda var.

3D Secure akışına konu olan geliştirmelerin tamamlanmasıyla, bankalar debit kartlarını yeniden online alışverişe açmaya başladı. Bu geliştirme debit kartların yalnızca 3D Secure ile online alışveriş yapabilmesine olanak sağlayacak, 3D Secure kullanmayan veya kullansa bile debit kartların BIN numaralarını 3D akışına yönlendirmeyen işyerleri,  bu kartlar ile ciro geçiremeyecekler. Bu kartları ekosisteme dahil edebilmek için; işyerlerinin de mutlaka küçük bir geliştirme yapması gerekecek kısacası.

Türkiye’de kullanılan 69 milyon debit kart olduğunu düşündüğümüzde (kredi kartından çok daha fazla) bu kartların ve dolayısıyla kullanıcılarının e-ticaret’le tanışması, bir bariyerin daha yıkılması ve son iki yıldır etkisini hissettiğimiz kartopunun büyüyerek yoluna devam etmesi anlamına gelecek.

Aşağıdaki tablo gidebileceğimiz ne kadar yol olduğunu göstermesi açısından önemli. 2009 yılında İngiltere’de kartlı ödemelerin %48’i debit kartlar üzerinde gerçekleşmiş. Türkiye’de bu oran “0” gerçekten de ciddi fırsatlar var değil mi?


MasterCard E-Ticaret Toplantısından Bölüm 1 – Online Alışveriş Frekansı

Şubat ayı başında MasterCardın düzenlediği e-Ticaret günü toplantısına sektörden de birçok isimle birlikte katılım gösterdim. Toplantıyı diğerlerinden ayıran en belirgin özellik, lisansör kuruluş, üye işyeri, banka ve sektör profesyonellerini bir araya getirmesiydi. Uzun zamandır bir araya gelemediğim dostlarla görüşme imkanı yakaladığım gibi, kahve aralarında işyerleri ile projeler ve yeni geliştirdiğimiz birkaç ürün hakkında konuşma imkanı da buldum.

Altını çizmek istediğim birkaç nokta ile ilgili sunumlardan kesitler paylaşarak bölümler halinde yayınlamak istiyorum.

İnternet üzerinden ne sıklıkta alışveriş yapıyoruz?

Masterindex 2010’dan alınan veriler ışığında internet üzerinden alışveriş sıklığının ortalama “1” adet olduğunu görüyoruz. Grup Alışveriş ve Private Shopping efekt ile birlikte 2011 yılında bu ortalamanın yükseleceğini söyleyebiliriz. Popüler iki iş modeli Türkiye’de 3.5 mio seviyelerinde olan internet üzerinden alışveriş yapan kullanıcı sayısını kısa süre içerisinde 4.5-5 mio seviyelerine çıkardı. Her geçen gün devlet kurumlarının da bu işe ağırlık vermesiyle birlikte internet üzerinden ödeme yapan kullanıcı sayılarında artış gözlemliyoruz. Bu artış şüphesiz yılların süper mağazalarının trafik ve cirolarına olumlu katkı sağlıyor. Başka bir deyişle pastayı büyütüyor.

Grafiği incelediğimizde sevindirici haberin 15-19 yaş arası kullanıcıların alışveriş frekansında gizli olduğunu görüyoruz. Bu kullanıcılar ayda “4.2” adet alışveriş yapıyor. Bu işlemlerin sepet ortalaması düşük olsa da 2012 yılında maddi bağımsızlıklarını kazanarak sektörü büyütmesini beklediğimiz kuşağın ayak seslerini duyduğumuzu söyleyebilirim. Facebook Credits, Prepaid (ön ödemeli), kartsız ödeme gibi yeni nesil birçok araç bu neslin ciro içerisindeki payını yavaş yavaş artırıyor olacak.

Online dünya da alışveriş sıklığı ile fiziksel dünyada kredi kartı kullanım sıklığını karşılaştırdığımızda ise; fiziksel dünyadaki ayda “9.4” adetlik alışverişe ulaşabilmek için gidilecek çok yol olduğunu görüyoruz. Yeni müşteri kazanım maliyeti de göz önüne alındığında e-ticaret yapan işyerlerinin birinci önceliğinin yeni üye, müşteri kazanımından ziyade, mevcut müşterilerinin verimliliğini artırmak olması gerektiğini düşünüyorum. Web 2.0’ın ardından Semantik web’in konuşulduğu şu günlerde müşteri izlerini takip ederek, müşteri özelinde aksiyon almanın en kolay olduğu ortamın sanal mağazalar olduğunu söyleyebiliriz.

Sevgili Mahir’in organizasyona ilişkin yazısı için;  http://interneticaret.blogspot.com/2011/02/masterindex-turkiye-eticaret-odeme.html



2. Bölüm Debit Kartların internet üzerinden kullanımı, 3. Bölüm ise; 3D Secure kullanımı, kart sahipleri ve işyerlerinin 3D’ye bakış açısıyla ilgili olacaktır.

 

Artık Daha Kısa

Ahmet Kırtok uzun süredir üzerinde düşünsem de yazmaya fırsat bulamadığım bir konu hakkında kısa ve gayet net bir tespitte bulunmuş;  140 karakter kısıtıyla hayatımıza giren Twitter’ın blog güncelleme frakansını düşürdüğünü,  nispeten daha hızlı ve daha az özenli içerik üretimine ortam hazırladığını biliyoruz.  Makale tadında üretebileceğim birçok içeriği sebebi ne olursa olsun ki başlıcaları üşengeçlik ve zamansızlıktır. Twitter’da,  nispeten daha az faydalanılabilir, erişilebilir bir ortamda paylaştım.  Üretmeme rağmen aradığımda bile ulaşamadığım bir içerikten bahsediyorum!

Yeni neslin iş yapış şekilleri, dikkat eksikliği, aşırı bilgi yüklenmesi  göz önüne aldığında 140 karakter kadar kısa olmasa da 500-600 kelimeyi çokta aşmayacak şekilde daha hızlı tüketilebilecek içerik üretmeyi planlıyorum. Değerli Hocam Uğur Özmen yıllardır başarılı bir şekide yapıyor bunu.

"Kısıt" Yokmuş Gibi Düşünün!

кухни

Kısıtlı olanın kaynaklar değil “insan bilgi ve zekası” olduğuna inanıyorum. İki video arasındaki 7 farkı bulun bakalım hak verecek misiniz?

Örn; Kısıtlı İnsan Zekası, (Zaman makinası ve “kısıtlı zeka” ne yaman çelişkiyse)

Örn 2; Kısıtlara farklı yaklaşım. Aynı formatta öğretilen kalıpların ötesini görebilmek belki…

Sosyal Network Çağında Pazarlama

Vakit bulup içerik üretemediğim şu günlerde sektör profesyonellerinin çok değerli sunumlarını paylaşıyor olacağım. Sevgili Özgür’ün Pazarlama Zirvesi’nde yaptığı sunumu aşağıda bulabilirsiniz…

офис обзавеждане

View more documents from Ozgur Alaz.

“Korku Pazarlama” Hızlı Aksiyon Aldırır

Markaların sıkılıkla başvurduğu Korku Pazarlaması ile ilgili Marketing Türkiye dergisi tarafından gönderilen sorulara verdiğim cevapları aşağıda bulabilirsiniz. Suistimale çok açık olmasına rağmen Fear Marketing’in farkındalık yaratan bir yanının da olduğunu düşünüyorum.

Markaların korku pazarlamasına baş vurarak insanları tüketime yöneltmesinin altında yatan nedenler nelerdir?

Gerek satın alma davranışlarımızı, gerekse self motivasyonumuzu etkileyen etmenlerin en önemlileri; korku, sevgi ve umut’tur. “Korku” öğesini tek başına incelediğimizde; içerisinde zorunluluk ve/veya zorunluluk hissi uyandırdığını görürüz. Hal böyle olunca markaların korku pazarlaması’nı (fear marketing) keşfederek bu yönde çeşitli argümanlar geliştirmeleri çokta uzun zamanlarını almamıştır.

– Korku, kısa, orta ve uzun vadede acil aksiyon planları almaya yönlendirir ve bunda da oldukça başarılıdır.
– Korku, “sevgi” gibi marka bağımlılığı yaratmaz.

• Korku, korkutarak ürün satmak sizce bir pazarlama tekniği olarak uygulanmalı mı? Bunu etik buluyor musunuz? Sınırları ne olmalı?

Korku Pazarlama, (fear marketing) kelime anlamı olarak bakıldığında negatif çağrışım yapıyor olabilir. Buna aldanıp “Korku Pazarlama”kötüdür, etik değildir demek doğru olmaz. Her şeyden önce doğru uygulandığında farkındalık yaratır. Burada üzerinde durmamız gereken nokta, tüketicileri oldukça hasas oldukları; ölüm, hastalık, yaşlılık, gelecek kaygısı vb.  konularda yanlış yönlendirerek haksız gelir elde etmek, rekabet yaratmaktır.

Bu gibi olguların suistimal edilmesi tabiî ki de etik olmayacaktır. Diğer taraftan, deprem sigortaları, kasko, sağlık sigortaları gibi ürünler gücünü Korku’dan alsa da tüketicileri bilinçlendirerek doğabilecek risklere karşı yatırım yapmalarına olanak sağlamakta, dolayısıyla farkındalık yaratmaktadır. Yapılan araştırmalar kısa vadede doğabilecek risklere karşı daha hassas olduğumuzu ortaya koyuyor. Bireysel Emeklilik yerine, kasko ve sağlık sigortası, kalp sağlığı ürünleri yerine kırışıklık gidericilere yapılan yatırımları  örnek olarak düşünülebiliriz.  Kısa bir fıkra; Temel sigarasının bittiğini fark edince, en yakın markete girer ve bir kutu sigara ister, kasiyerin verdiği sigaranın üzerinde “Sigara Kullanmak Kısırlığa Yol Açar” yazmaktadır. Temel bunu görür görmez, bunu öldüreni ile değiştirebilir miyiz der. “kısırlık hemen oluşabilecek bir araz olarak tüketicinin satın alma davranışını etkiler. Nede olsa hemen ölmeyecektir “

• Korkuyla pazarlamanın yükselişte olduğunu gözlemliyoruz. Sizce bu korkuların körüklenmesinde medyanın payı nedir?

19 Ağustos depreminden sonra medya’nın bu felaketi işlemesini ele alalım. Günlük gazetelerden haber bültenlerine, çeşitli dergilere kadar konu ile ilgili ilgisiz herkesin yakın zamanda oldukça büyük bir deprem olabileceğine dair açıklamalarını takip ettik, Birçoğumuz evin bahçesinde, aracının içinde veya küçük bir çadırda sabahladı günlerce, hemen deprem sigortamızı yaptırdık, özel sağlık sigortası olmayanlar elde avuçta ne varsa sağlık sigortalarına yatırdılar. Medyanın bunu bilerek ve isteyerek yapmadığını biliyorum. Ama bir kıvılcımdı ve medya tarafından ateşlendi. (Malcolm Gladwell’in Kıvılcım Anı adlı kitabını okumanızı öneririm) “Sevgi” ve “Umut” günlerce sokakta yatmaya teşvik edemez. (İphone veya PS hastası değilseniz) Bunu sadece “Korku” yapabilir. Akşam haberleri kuşağında sigaranın öldürücü zararları anlatıldıktan sonra, hemen ertesi gün sigara bırakma merkezlerine yapılan başvuruları bilseniz muhtemelen şaşırırsınız. Buna konutuna hırsız giren bir ev hanımının televizyonda yaptığı açıklama ve hemen akabinde konut güvenlik sistemleri satan firmaların cirolarındaki artışlar takip eder. Kısaca; medyanın buradaki payı tetikleyici, salgını kitlelere ulaştırıcı rol üstlenmesidir.

Sosyal Medya’da Şirket Çalışanı Olmak

Social mediaBirçok kurum ve kuruluşun henüz dinamizmine yetişemediği, teknolojiyi ve yeni iletişim kanallarını yakından takip eden belki kontrolsüz çalışanlarınca katılım gösterebildiği yeni iletişim kanalından bahsediyoruz.

Konu ile ilgili sevgili Eren Kumcuoğlu ve Tuğçe Esener’in aşağıdaki yazılarını mutlaka okumanızı öneririm.

Şirketler için (İK temelli) itibar yönetimi 2.0
Profesyonel kimlik ve Sosyal Medya / Önde mi olmalı? Geride mi durmalı?
Şirket personeli için Sosyal Medya Kullanım Kuralları

Kendimce birkaç madde, yorum eklemeye çalışacağım.

  • Tuğçe’nin çevirisinde de yer aldığı üzere; mutlaka kimliğinizi belirtin. Bu ortamda kimliğinizin gizli kalması zaten mümkün değil, şeffaf ve samimi olmak önemli,
  • Yine yukarıdaki her yazının ortak noktalarından, şirketin sözcüsü olmaya çalışmayın. Şirketin kurumsal iletişim bölümünde zaten görev tanımınız dahilinde bir durumsa başka,  sosyal medyada görev tanımınıza eklenir ve şirketinizi yetki tanımlanırız çerçevesinde resmi bir dille savunabilirsiniz.
  • Şirket markasını kullanarak kendi kişisel markanızı promote etmeye çalışmayın, şirketinize zarar veriyor olma ihtimaliniz çok fazla,
  • Sosyal medyada çalıştığı kurumla özdeştirilmiş birçok isim vardır. İsteseniz de istemeseniz de yazdığınız, paylaştığınız içeriklerin yorumların bir ucu gün gelir şirketinize dokunur.  Paylaşım ve yorumlarınıza özen göstermek zorundasınız.
  • Rakiplerinizi eleştirmeyin, çalışılan marka ile özdeştirilmiş olmanın sorumluluklarından birisidir bu,
  • Şirketinizin önüne sosyal medya kullanım kuralları, sözleşmesi vb. koymasını beklemeyin. Siz işe girerken imzaladığınız sözleşmeyle şirketinizi zaten en iyi şekilde temsil etmelisiniz.
  • Şirketiniz hakkında yapılan şikayet ve eleştirileri ilgili birimler ile paylaşarak aksiyon alınmasına yardımcı olun, gerekirse ilgili birimlere sosyal medya eğitimi verebilirsiniz.

Yorumlar ile birlikte içeriği devamlı güncellemeyi düşünüyorum. Destek olursanız sevinirim.

Resim; Matt Hamm

Büyük Olmak!

Büyük, kurumsal yapılarda müşteri odaklı. Olmadı! Şirketin tüm departmanlarının müşteri odaklı olması gerektiğini hatırlatarak, “müşteri ile çeşitli kanallardan iletişim halinde olan diyelim” kurumlarda bu büyük yapının beraberinde getirdiği çeşitli çatışmalar, iletişim bozuklukları görülür. Benzer konularda benzer iç ve dış müşteriler ile habersiz toplantılar yapılır, farklı kararlar alınarak aksiyon almaya çalışılır. Hatta öyledir ki birçok farklı, fakat birbirine paralel işler yürüten departmanlar farklı birer şirket gibi haraket ederek tek firma, marka imajına ters düşer. Müşteri tarafından bakıldığında da şaşkınlık yaratan bir durumdur bu,

Aynı durum benzer amaçlar doğrultusunda müşteri verilerinin kullanımında da geçerlidir. Çok gelişmiş veri ambarlarına, CRM altyapılarına, analistlerine ve eldeki veriden anlamlı bir bütün çıkarabilecek business departmanlara sahip olan firmaların yaptıkları çeşitli kampanya, duyuru vb. gönderimlerde sizi ilgilendiren hiç bir şey olmadığı, birbirine benzer birkaç kampanyanın birkaç gün arayla herhangi bir kanaldan size ulaştırıldığı oluyor mu? Tahmin etmek çok zor değil.

Şimdilik yeni iş yapış şekilleri ve iletişim kanallarının benzer kurumlarda yaygınlaşmasını ümit etmekle yetiniyorum.

Salt Fikirlerin Ortak Noktası “Bir Şekildedir”

Fikir ishali; uzun süredir yaşadığım fakat bir türlü adını koyamadığım bir durumu çok güzel özetliyor.  Uğur hocamın bloğunda tanıştığım bu “tanımlama” Dışbank eski Genel Müdürü Faik Açıkalın’a aitmiş.

Şöyle demiş Faik Bey, “Bazıları, uygulanamaz bir çok fikre sahiptir. Kendilerini vizyoner sanır. Devamlı yepyeni fikirler saçar ortalığa… İnovasyon ile fikir ishalini karıştırmayalım.”

Eski çalıştığım şirketlerden birisine her gün gelen yüzlerce proje başvurusunda da çok sık karşılaştığımız bir durumdu bu, onlarca hatta yüzlerce birbirine çok benzeyen salt fikir.

Bu fikirler ne kadar uygulanabilir? Ne kadar para kazandıracaklar? Fikrine ne kadar güveniyorsun? İşini gücünü bırakıp bu fikrin arkasından koşmaya hazır mısın? Yoksa ya tutarsa diyerek yatırımcı mı arıyorsun? Sen kendi projen için hiçbir şeyini feda etmemişken, yatırımcıyı nasıl ikna edeceksin? Projene çok inandığını nasıl göstereceksin?

İş planı, yönetim metodolojisi olmadan en iyi fikirlerin bile hayal kırıklığı yaratabileceğini gören birisi olarak “herkesin bir fikri vardır” diyebiliyorum.

Salt fikirlerin ortak noktası; en kritik, belki de en maliyetli, en inovatif adımlarının “bir şekilde” yapacağız denilerek geçiştirilmesidir. Aslında projenin o “bir şekilde” nin altında yatan süreçler olduğunu fark edemeyiz çoğu zaman… Senin fikrini diğerlerinden ayırandır “o”,

Departmanlar arasında yaşanan yeni fikirlere karşı kapalı olma, önyargılı yaklaşma reaksiyonunu buna bağlıyorum çoğu zaman, “ortada boş dolaşan onlarca salt fikir

Her proje içerisinde yeni bir fikir barındırır fakat her fikir projelendirilemeyebilir.

Yetenek ve Dikkat Sınavları’nda Aman Dikkat!

Bankalar, büyük kurum ve kuruluşlara girmek için; türlü mülakat, sınav, sözlü vb. “IK” icadından geçeriz. Özellikle bankaların yaptığı “dikkat sınavları” -hani 60 soru için 15 dakika verilir ve ne kadar dikkatli olduğunuz ölçülür ya, işte bu sınavlarla ilgili bir iki gözlemimi aktarmak istiyorum.

Hedef Alliance Holding Bölge Satış Müdürü işe alım sınavında İTÜ’de gözetmenken yaptığımız ve adı “dikkat sınavı” olan yukarıdakine benzer bir sınavda yaklaşık 15 katılımcı cevapları işaretlemeleri gereken kısmın tersine, yanlış tarafa işaretlediklerini söyleyerek yanıma geldiler. Bu talep karşısında öylece kala kaldığımı hatırlıyorum. Şüphesiz böyle bir sınavda beklemediğim bir hataydı bu. İronik değil mi? O an cevapları doğru tarafa işaretlemeleri için zaman versekte, devamında IK yetkilileri tarafından sınavlarının geçersiz sayıldığını biliyorum.

Bugün benzer bir durumla daha karşılaştım ve yazma ihtiyacı hissettim. Çıkardığım ders, “yaptığın işler ne kadar doğru, iyi olursa olsun doğru sunamıyorsan hiçbir anlamı kalmayabiliyor.”

Ne alaka demeyin! İş başı yapmayı beklediğim şu günlerde herşeyden bir ders çıkarmaya çalışıyorum 🙂