Bitmek Bilmeyen Mesajlar

Özellikle iş yaşamında da kullandıklarımız ile birlikte iletişim araçlarının artması, bunların özel yaşam için kullanılanlar ile birbirine karıştırılması işleri olduğundan zorlaştırır bir hal aldı. Slack, Teams, Whatsap, emektar e-posta hatta maalesef zaman zaman işle ilgili mesajlar için instagram, twitter dm kullanımı verdiği rahatsızlık bir yana, geriye dönük bir mesajı aramak için birkaç farklı platform dolaşmayı gerektirebiliyor. Kullandığımız araç sayısının artması hayat kalitemizi artırmıyor. Tam tersine bir durum söz konusu.
 
Biz bu hengame içerisinde doğru yolu bulmaya hemen her platformdan mesaj yağmuruna maruz kalmaya devam ederken geçtiğimiz günlerde Portekiz ki bunu daha önce Fransa’da yapmıştı. Mesai saatleri dışında çalışanlar ile iletişim kurmayı yasaklayan bir karar çıkardı.
 
Bu kararı desteklemek ve uzun zamandır buna gayret ettiğimi düşünmekle birlikte özellikle Teams ve e-posta üzerinden mesai saatleri dışında, aslında yine mesai saatlerinde çözümlenmek üzere ara ara olsa da eposta ve mesajlar attığımı fark ettim. Bu mesajlara anlık dönüşler beklemesem bile bu mesajların kısacık bir süre bile olsa zihinde yaratabileceği meşguliyeti, bu özel zamanlarında iş arkadaşlarınızdan almanın bir anlamı yok.
 
Özellikle hybrit çalışma modeli ile birlikte zaten iç içe geçen iş-özel yaşam dengesini ki böyle bir dengeden söz etmek bile abesle iştigal , zira iş hayatı asıl yaşamımızı sürdürebilmemiz için icat ettiğimiz bir olgu.  İletişim araçlarımıza ve kullanım biçimimize çok dikkat etmeli.
 
Özellikle mesai saati dışında whatsap mesajları rafa kaldırılmalı. Çok acil durumlarda, “BCP” Business Continuity açısından ilgili ekipler Teams, Slack vb araçlar üzerinden alarma geçirilmeli. BCP dışında, normal seyrinde bir e-posta gönderilmek isteniyorsa da ileri tarihli e-posta kurulmalı ve saklanmalı.

Açık bankacılık: Neden bugün?

Tüketicilerin farklı platformlarda bıraktıkları izlerin ve verilerin demokratikleştirilebilmesinin, yine tüketicilerin istedikleri platformlarla bu verileri paylaşabilmesinin belki de ilk adımlarından biri olan “açık bankacılık” nihayet Türkiye’de de hayatımıza giriyor. Yurtdışında PSD2 olarak adından söz ettiren yeni nesil bu servisler, bankaları “banking as a platform” dediğimiz platformlara çeviriyor. Bankalar uzun yıllardır riskli olduğunu düşündüğü bu yeni yaşam tarzına nasıl yaklaşıyorlar, ne oldu da bu servisler o tarafta önceleri risk olarak addedilirken kurtuluş reçetesinin en üst sıralarına yazılmaya başlandı bir bakalım. 

Burada konuyu daha iyi anlayabilmek için birkaç adım geri gitmek yararlı olabilir. Hemen herkesin yakından takip ettiği gibi yıkıcı (disruptive) inovasyona en açık sektörlerden birisinin bankacılık olduğunu düşünüyoruz. Katı düzenlemeler; eski nesil iş yapış şekillerinin hala çok kârlı olması ve yenilikçi servislerden yaratılabilecek gelirlerin, gelir-gider tablosu ile banka ölçeğinde kurumlar için bir anlam ifade etmemesi gibi sebepler bankaları bu konuda daha tutucu olmaya itti. Tabii ki eski nesil, emekliliğine 3-5 yıl kalmış yöneticiler de bu durumda büyük rol oynadı. Bankalar, zamanı geldiğinde yeni nesil finansal kuruluşlarla aralarında oluşabilecek açığı kapatabileceklerini düşündüler. Zira iş ağları, milyonlarca kullanıcıları, milyonlarca üye iş yerleri ve milyonlarca dolarları vardı. Bu arada haksız da sayılmazlardı, nitekim bugün gerek satın almalar gerekse kurdukları yeni nesil finansal teknoloji girişimleriyle uçtan uca çözümler geliştirmeye ilişkin yatırımlar yapmaya başladılar.

Yazının devamı için; https://apos.to/s/5f9da08fa7fb6a0008cbad9e#story

Neden İş Değiştirdim? Neden ve Ne Zaman İş Değiştirmelisiniz?

Hemen birçoğumuz için önce en büyük neden para ve yan haklar gibi gözükse de insanlar öncelikle kötü, ya da yetersiz yöneticileri yüzünden iş değiştirirler. Bunu yaptıkları işin takdir edilmemesi ya da büyük resimde bir anlam ifade etmemesi gibi sebepler takip eder ve maddi kısım daha sonralarda gelir. Bu yazıda incelemek istediğim konu bu etmenler ya da şirket kültürünün bu etmenlere olumlu – olumsuz katkısı değil. Şirketler belirli evrelerden geçerler ve hemen evrelerinde farklı yönetimsel tarzlara ve farklı davranabilen, adapte olabilen çalışanlara ihtiyaç duyarlar. Tüm bunları bir kenara park ederek, çalışanlar neden ve ne zaman iş değiştirmeli ona değinmek istiyorum.

Önce her defasında ben neden iş değiştirdim ona değinmekte fayda var. Kişisel olarak her 3-5 yıl aralığında iş değiştirmeye, (uzmanlık değil) farklı kabiliyetler geliştirmeye ve farklı insanlarla tanışmaya inanan birisiydim birkaç yıl öncesine kadar. Yoldaşım Tarık Tombul ile birlikte kurucusu olduğum PayU’ya kadar da böyle devam etmişti bu süreç benim için.

PayU’nun elde ettiği başarıda, kurduğumuz ilk ekibin yaptıklarında ve sektörde ilk olarak açtığı yolda bu birikimin büyük önemi olduğunu düşünüyorum. PayU modelini uygulayan hemen tüm işletmeler için çok güzel bir yol açmıştık ekipçe. 8,5 yılımın son 2 yılında global işler yapmaya başlamış, sadece Türkiye’de değil, EMEA ve Latin Amerika’da birçok projede yer alma fırsatı yakalamıştım. Grubun genişleme (M&A) stratejileri çerçevesinde yeni nesil girişimler ve girişimcileriyle satın alma görüşmeleri de yapmaya başladığımda tekrar 2011’in Eylül ayındaki heyecanı hissetmeye başladığımı fark ettim. O ya da bu sebeple onların gözlerindeki parıltı, heyecan artık bende kalmamıştı.

No alt text provided for this image

Aslında yıllardır comfort zone diye tanımladığım “personal potential trap”’in içerisine yıllar önce düşmüştüm, takribi 5. yılı zamanlarında. Ortağım Tarık’ın birkaç ay önce ayrılıp, sektördeki en büyük oyunculardan birisi olan PayTR’nin başına geçmesi de tuzu biberi olmuştu benim için. Artık başka hikayeler yaratmanın zamanı gelmişti. Benden beklenen ile gitmek istediğim yer arasında uçurum büyümeye başlamış. Aldığım roller ne kadar büyük ve tatminkar olursa olsun yapmak istediklerimden o kadar uzaklaşıyordum. En basiti her şeyden önce her ay onlarca yurtdışı seyahati yapmak istemiyordum. Bir hikaye yaratmıştık, olmuştu bitmişti. Başka hikayeler yaratmanın zamanı gelmiş, geçiyordu. Düşünün girdiğiniz yolun sizi götüreceği yer CFO’luk ya da mali müşavirlik olsun eğer varmak istediğiniz yer burası değilse önce ve akılcı davranmakta fayda var.

Hepinizin bildiği, Türkiye’ye getirilen en yüksek miktarlı yatırımlardan birini müteakip (165M), global rollerimi de bırakıp PayU Türkiye’den çıkışımı yapma fırsatı yakaladım. Iyzico ve PayU’nun birbirine çok ihtiyacı olduğu bir dönemde, hemen herkes için çok doğru bir yatırım ve exit fırsatı yakalanmıştı. PayU ve Iyzico ekibinden her bir bireyin çok büyük emeği var bu pazarın oluşumunda.

Bugünlerde Türkiye’nin 3 yıl sonra en büyük finansal teknoloji girişimlerinden birisi olacak Mobilexpress’i yeni yolculuğuna hazırlıyoruz. Hali hazırda işlem adedi bakımından Türkiye’nin en büyük platformu ve 14 milyondan fazla kayıtlı kart ile en çok kayıtlı karta aracılık ediyor Mex. Yakında yeni ismi, yeni servisleri ve aramıza yeni katılacak ekip arkadaşlarıyla adından daha çok söz ettireceğiz inşallah. Böyle bir dönemde ayağa kalkabilen, dayanabilen girişimlerin gidebilecekleri çok yol var.

Gelelim size; neden ve ne zaman iş değiştirmelisiniz? Burada çağrı merkezinde çalışan kardeşlerim kusuruma bakmasın, çağrı merkezlerinden örnek vereceğim. 2,5 yıl çağrı merkezi deneyimim oldu. Çağrı merkezinde birlikte çalıştığım belirli dönemlerde ayrılan yüksek potansiyelli insanların ya da ayrılmayanların şimdi neler yaptığını görme şansım oldu. Dolayısıyla bu aşağıda yazdıklarım, en azından kendim ve çevrem açısından test edilmiş onaylanmıştır. Sürç’i lisan edersem affola.

Üniversiteden yeni mezun olmuş, deneyimsiz çalışanlar için çağrı merkezleri inanılmaz eğitim olanakları sunan, yaşıtlarınız ile sosyalleşebileceğiniz. (çok insan evlendirdik bizim dönemimizde) Çağrı aldıkça meşgul, çağrı yok ise; tabiri caizse boş olduğunuz o yaşlar için keyifli bir meslektir. En yoğun olunan günde 200’den fazla çağrı alsanız da telefonu kapattığınız an tüm işleriniz bitmiştir. Yarın için ya da önümüzdeki hafta için takip etmeniz gereken çok az iş vardır. Bu durum çağrı merkezinde satış yapan arkadaşlar için biraz daha farklı tabi.

Çağrı merkezinde çalışanların o yoğunlukta farkına varmadıkları şey, o kadar çok şeye ilişkin bilgi sahibi olur, o kadar güzel anlatırlar ki bunu karşısındakilere dışarıda hemen her işi yapabilecekler kabiliyetler kazanırlar ilk 2 yıllarında. Çok iyi storyteller’lar olurlar mesela, girişimcilikte olmazsa olmaz yeteneklerden birisidir. Bir girişimin herhangi bir departmanında rahatlıkla çok verimli çalışabilirler. 2. yıllarının sonunda kendilerinden beklenen ile, kendilerinin kendilerinden bekledikleri, ulaşmayı istedikleri yer arasındaki makas hızla açılmaya başlar. İşte burası yine bende de olduğu gibi PPT’a düştükleri yerdir bireylerin. Bunu sadece çağrı merkezi ile kısıtlamamak lazım tabi, hangi işi yapıyorsak yapalım, bu gerçekle yüzleşmekte fayda var. Artık çalıştığınız yerin size katabileceği bir şey kalmamış olabilir. Belki de çalıştığınız yerin aradığı insan siz değilsinizdir artık? 3 yıl önceki siz lazımdır ona. Bunlar doğal şeyler.

2 yılı geçince ne olur çağrı merkezlerinde; 2 ila 5 yıl arasında telefonla iletişim kabiliyetleri daha da cilalanırken artık dışarıda başka işlerde tutunabilme, yüz yüze görüşmeler yapabilme, herhangi bir toplantı yönetebilme gibi kabiliyetler yavaş yavaş körelmeye başlar. Çalışanlar bunu elbet bilir, fark eder fakat artık en doğal hayatta kalma dürtüsü, maaşım, tazminatım, bildiğim iş vb dürtüler kafaları bulanıklaştırmaya başlar. Günün sonunda güvenli, uzmanlaşılmış alandan plaza ortamlarına zıplamayı gerektirecektir belki de bu süreç. Kolay değildir, orası kurtlar sofrası olarak bilinir beyaz yakalılar arasında.

Anlatmak istediğim ister çağrı merkezinde çalışıyor olun, ister bir bankada, isterseniz yeni nesil bir girişimde, bu içine düştüğünüz durum eğer kötü, yetersiz yönetici vb kurum ile alakadar konular ile ilgili de daha kötü hale geliyor ise; iş değiştirme zamanınız gelmiş, çoktan geçiyor olabilir. İçinde bulunduğumuz dönem kendimizi dinlemeye ilişkin en objektif olmamız gereken dönemlerden bir tanesi. Şapkamızı önümüze koyup ne yapmak istiyoruz, nereden geldik, nereye gideceğiz, güçlü yanlarımız ve geliştirmemiz gereken yanlarımız neler, yazıp yakın çevrenizden bir arkadaşınız ile bunları tek tek tartışın. Kendini geliştirmek, kendine kendinle ilgili dürüst olmaya başladığın an başlıyor.

Sağlıcakla kalın.

Bundan Sonra?

Ölmez sağ kalırsak birçok konuda hayatımızda farklı davranış biçimlerinin bizi beklediği yeni bir gerçekliğe gözlerimizi açmanın arifesindeyiz. Arifesindeyiz diyorum ben de dahil bu konularda fütürist fütürist konuşan, 50-100 yıllık projeksiyonlar çizen insanların bu en basit “eşitleme” algoritmasının, yani ölümün insanoğlunca bir kez daha alt edileceğini düşündüren de sanırım şimdiye kadar bunun başarmanın türlü yollarını bulabilmiş olmamız.

Düşünsenize aslında öyle bir türüz ki doğumdan itibaren en az 10 hatta bazen 30-40 yıl ebeveynlerinin aşırı ilgisine ihtiyaç duyan, kendi kendine yetemeyen, sanki özellikle 80-100 yıl yaşaması istenmemiş bir tür insanoğlu. Bildiğiniz üzere bu sistemi hack’ledik, yani kırdık. İki tane erkek çocuğum var. Küçüklüklerinden beri arkamızı döndüğümüz an ilk yaptıkları şey ya baş aşağı yataktan kendilerini atmaya çalışmak, ya da parmaklarını prize sokmaya çabalamak. Oysa doğadaki diğer canlılar da böyle midir bu?

Fütürist değilim aksine 20-30 yıl sonrayı tahmin etmekten ziyade önümüzdeki 3-6 aylık süreleri öngörmeye ve yatırım yapmaya inanırım. 3-6 aylık sürelerde ilgili söylediklerinizden ve yaptıklarınızdan sorumlusunuzdur. 30 yıl sonra arabalara uçacak derseniz kimse sizi 2000’li yıllarda çağırıp -hani arabalar uçuyordu diye sormaz. Teknoloji her 5 ile 10 yıllık dilimlerde farklı bir yöne kırılır ve hep bir tipping point (kırılma anı, devrilme anı) vardır. İçinde bulunduğumuz bu durumda birçok konuyu farklı bir yöne doğru evirecek. Bu konularla ilgili birkaç farklı başlıkta notlar almıştım. Burada da paylaşmakta fayda var.

Gizlilik, Sağlık & Eğitim

  • Orwell’in 1984’ünde tasvir ettiği her şeyi gören otorite artık çok da ütopya değil gibi değil mi? Güney Kore gibi birçok farklı ülkede bu otorite, insanları takip etmek, vücut ısılarını ölçmek, o anda nerede olduklarını bilebilmek, nabız hızı vb konularda superior (üst) haklar elde etti bile. Bu hakları geri bırakmak istemeyeceklerdir kolay kolay. Söz konusu sağlıksa gerisi teferruat mıdır? Göreceğiz.
  • GDPR, KVKK gibi hayatımıza son birkaç yılda giren kavramlar köklü değişikliklere uğrayacaklar
  • Sosyal Mesafe ve insanların yeni edindiği el yıkama alışkanlığı(!) sayesinde grip gibi hastalıklarda azalma olabilir, belki hayatımızdan tamamen çıkacak hastalıklar olacaktır.
  • Sosyal devlet anlayışı en azından sağlık sektörüyle birlikte hemen her yerde etkisini hissettirecektir.
  • Sadece eğitim sistemimizin değil, eğitmenlerimizin de ne denli geri kalmış olduğuna ilk kez canlı tanık olduk. Devlet okullarından kalbur üstü okullara hemen her yer problemli. 10 yıllardır inovasyon bekleyen eğitim sistemi de bundan sonra aynı olmayacaktır.

İş Hayatı, Yeni İş Modelleri

  • İşletmeler dijitalleşmenin Zoom’la video konferans yapmak olmadığını fark ettiler karantinanın 3. Haftası ile birlikte. Süreçler gerçekten dijitalleşecek ve en az insan ihtiyacı ile sürdürülebilir işler yaratmak ana hedeflerden birisi olacak. Bu da algoritmaların iş hayatında yaygınlaşma sürecini hızlandıracak.
  • Islak imza, kaşe, yüz yüze onboard (müşteri edinme) vb süreçler sadece işletme tarafında değil devlet destekli regülasyonlar ile ortadan kaldırılacak. Daha geçtiğimiz günlerde, torba kanun ile “ıslak imzasız“ kredi vermenin önü açıldı. Yıllardır lobi yapıyorduk önünü açabilmek için.
  • İnsanlar yöneticilerinden ve çalıştıkları şirketlerden daha şeffaf, kendi personeli odağında süreçler bekleyecek. Özellikle eski nesil, ben merkezli, yüksek egolu yöneticilere daha az tahammül edecek çalışanları. Birçok çalışan için çalıştıkları kurumun gerçek yüzünü gördükleri bir süreç oluyor.
  • Dijitale taşınamamış konvansiyonel şirketlerde ve dijital doğmasına rağmen günün şartlarını yakalayamayan hantal şirketlerde disruption (yıkıcı inovasyon) çok daha fazla hissedilecek ve bu yeni Dünya’ya doğan modeller çok hızlı pazar payı ve kullanıcı alacaklar bu işlerden.  
  • Yüz yüze toplantıların büyük kısmı artık yerini online konferanslara bırakacak ve ortalama toplantı süresi muhtemelen 1 saatten 35-40 dakikaya düşecek. Yüz yüze toplantı yapmaya ısrar edenler ayıplanacaklar belki
  • Çalışanlar haftanın birkaç günü evinden çalışacak, zira özellikle İstanbul gibi şehirlerde yolda ömür geçiyor.
  • Az kaynakla hayatta kalma refleksi olan, hızlı büyümesine rağmen birçok konuda karışık ülkelerden çıkan girişimler ve profesyoneller bu travmayı çok daha hızlı atlayıp global işler yapmaya başlayacaklar. İngiltere, Almanya, Fransa, Danimarka gibi ülkeler ile Türkiye’nin travmayı atlatma süresi arasında muhtemelen dağlar kadar fark olacak.

En azından bizim dönemimiz için, hemen herkesin ortak bir kaygıda buluştuğu, tek millet gibi  empati yapabildiği, belki daha önce kaybettiği bazı people(soft) skill – insanlık özelliklerini yeniden keşfettiği, yer yer tüketim çılgınlığına son verdiği bir dönem. Bu dönemi daha önce de birkaç kez söylediğim gibi “kuluçka dönemimiz” olarak adledip en güçlü şekilde, mümkünse bazı yeteneklerimizi keskinleştirerek bu durumdan çıkmak elimizde.

Sağlıcakla kalın.

Covid-19 döneminde kartlı ödemelere ilişkin analiz, biraz fintech biraz da girişimcilik.

Tarihimiz boyunca birçok örneği olmasına rağmen tüm Dünya’nın hazırlıksız yakalandığı Covid-19 karantinası boyunca Türkiye’de kartlı ödemelere ilişkin BKM tarafından yayınlanan verilere bir göz atmakta fayda var. Bu arada belirtmekte fayda var. Ben bu döneme karantina dönemi yerine bu musibetten insanoğlunun bir sürü güzel şeyler çıkarmasını sağlayabilecek “kuluçka dönemi” demeyi tercih ediyorum.

BKM’nin paylaştığı rakamlara çok kısa göz atar atmaz insanların bu durumu Mart’ın son haftası ile birlikte “yeni normal” olarak kanıksaması dikkat çekiyor. Nisan ayı buna biraz daha ışık tutacak tabi ama bunu anlayabilmek için sadece BKM raporlarına bakmaya gerek yok. Hemen hepimiz bu duruma çok çabuk adapte olabildik değil mi? Türkiye’de iş yapmanın bizlere kazandırdığı en güçlü kasımızadaptasyon ve hayatta kalma becerisinden başka bir şey değil bu. Bu yeteneklerimiz özellikle global iş yapan girişimler ve profesyoneller tarafından emin olun hızlı bir şekilde fark yaratıyor dışarıda. Dışarıda iş yapmadığımız için genelde ne kadar güçlü olduğunu bilmediğimiz kaslar bunlar. Bu yeteneklerinizi keskinleştirip küçük denemeler yapmayı ihmal etmeyin.

Yıllardır Türkiye’nin finansal teknolojiler anlamında yakın coğrafya hatta ABD’den daha ileride olduğunu bu bağlamda bankalarımızın en inovatif, dünya’da ilk vb onlarca ödül topladığını bilmeyeniniz kalmadı. Bazı çok güçlü kaslar belli başlı diğer kasların çalışmamaktan müteakip zayıflamasına sebebiyet verse de gerçekten parmakla gösterilecek bir bankacılık sistemine ve altyapısına sahibiz. Fintech’lerimizin de Merkez Bankası desteği ile hayatımıza girecek olan “açık bankacılık” buna müteakip yeni nesil finansal girişimler ile finansal okur-yazarlığı da arttırıp bireylerin kalkınmasına da destek olabilecek altyapılar üzerinde çalıştığını biliyoruz. Hatırlayın bu kadar gelişmiş teknolojiye rağmen bu dönemde emekli, yaşını almış insanların banka şubeleri önünde sıra olmasının önüne geçemedik. Teknolojiyi uçtan uca kusursuz/pürüzsüz süreçler ile kullanıcılar ile buluşturabilmemiz gerekiyor. Bunu nasıl çözeceğiz? Yeni nesil süreçler ile zira teknoloji artık myth değil!

Tam bu noktada önce temassız ödemelerin değişimine hızlıca bakmakta fayda var. Daha önceleri nakite karşı açılan savaş Corona ile birlikte kartlı ödemeleri de temassıza doğru evirmeye başladı. Bu mobil cihazlarla yapılan QR’lı ödemelerin ve/veya temassız ödemelerin hayatımıza girişini hızlandıracak başka bir deyişle kartların fiziksel olarak ortadan kaybolmasını 3-5 yıl kadar hızlandırabilecek bir gelişme. Yıllardır çok büyük yatırımlar yaptığımız temassız ödemeler geçen yıl Mart ayına göre neredeyse 3 kat büyümüş. 2,5 milyon kartın ilk kez temassız ödemelerde kullanılması dönüşümün de ne kadar hızlandığını kanıtlar nitelikte.

No alt text provided for this image

Şüphesiz internet üzerinden kartlı ödemeler pazarı büyümeye devam ediyor. Bu büyümenin en az 5 yıl daha yavaşlamasını öngörmüyorum. Zira gelişmiş ülkelerin gerisinde olmanın da getirdiği bir potansiyel büyüme hızı bu. Geçtiğimiz yıl Mart ayına göre %19’luk bir büyüme var. Genelde yıllık ortalama %30-35’in üzerinde kapatırız kartlı ödemelerde büyümeyi ki bu Dünya üzerinden en hızlı büyüyen ilk birkaç ülkeden birisi yapar Türkiye’yi. Girişimler için kısa bir not, bu sektörde iş yapıyorsanız minimum Pazar büyümesi x 2 hedeflemeniz gerekiyor. Pazarın kendisinin %30’lar civarında büyüdüğü bir noktada daha azına razı olmayın. 3 milyondan fazla kartın internet üzerinden ilk kez kullanılması ilerleyen dönemde b2c ve pazaryerleri de 1,5 milyon civarında yeni kullanıcıya kucak açacak demek. Bu insanların kim olduğunu iyi analiz edenler daha önce dokunabilecekler bu gruba.

Dijital ödemeler toplam kartlı ödemeler içerisinde %19’a gelmiş, bu rakam 200 milyar TL’nin üzerindeki yıllık dijital ödemeler toplamından hesaplanır. Bunun detayına indiğimizde B2C ve pazaryeri ödemelerinin tatil vb ile birlikte 50 milyar TL olduğunu öngörüyoruz. Bu da rakamsal olarak toplam ciro içerisinde bu kategorilerin payını %4’ler seviyesine çeker ki büyümek için ne kadar daha uzun bir yolumuz olduğunu görebiliriz buradan zira gelişmiş ülkelerde bu oran %11’lerin üzerine çıktı.

No alt text provided for this image

Yukarıda da belirttiğim gibi yeni nesil teknolojiler daha da önemlisi yeni nesil regülasyonların desteği ile bizler gibi Finansal teknoloji girişimlerinin önünde koşulacak uzun bir yol var. Örneğin; kartlı ödeme sistemlerine alternatif ödeme yöntemleri, bankacılık sistemlerine erişeyemeyen insanlara hızlı hesap açma, hatta kredi verebilme yeteneği. Pazaryerlerinde satış yapan fakat bu gibi durumlarda satışı düşen işletmelere, KOBI’lere farklı çözümler sadece fintech’lerimizi değil aynı zamanda dokunduğu hemen herkesi kalkındırıyor olacak. Dolayısıyla ülkelerin gündeminde bankacılık dışı finansal servisleri kalkındırmak önemli bir yer tutuyor olacak bundan sonra.

Genele baktığımızda 2020 yılının ilk yarısı özellikle işletmelerimizin sırasıyla insan, teknoloji ve altyapı açıklarını kapattıkları, ikinci yarısı ile birlikte bir sürü farklı fırsata uyandıkları hatta işlerinin tamamını ve/vaya bir kısmını pivot ettikleri bir döneme hazırlıyor bizleri. Bu yüzden kuluçka dönemi demeyi tercih ediyorum bu döneme. Bu değişimi sadece işler anlamında sınırlamamak lazım, insanlık açısından da iyi yönde öngördüğüm bazı köklü değişimler var ki o başka bir konu.

Bu dönemle ilgili uzmanlar yazıp çiziyor zaten, ek olarak kısaca şunu önerebilirim girişimcilerimize; Bunların kapısını tekrar çalın.

  • Daha önce büyük fırsat gördüğünüz fakat sizinle işbirliği yapmak istemeyen kurumlar
  • Sizinle çalışmak istemeyen, müşteriniz olmak istemeyen işletmeler
  • Ekibinize katılmayı çok sıcak karşılamayan çalışanlar (sırf yöneticisinin bu dönemdeki tavrı yüzünden bile iş arıyor olabilir)
  • Biz bunu zaten kendimiz yaparız diyen banka ve telecom operatörleri

Aldığınız cevaplara şaşırabilirsiniz. Sağlıcakla kalın.

BKM’ye bu detaylı çalışmasından dolayı teşekkür ederim. Raporun tamamını buradan indirebilirsiniz.

Zaman Çizelgesindeki Kum Tanecikleri

Tek gerçek ölçü birimi “Zaman” onda da geriye gidip nereden geliyoruz diye baktığımızda bir insan ömrü ve yaşadığımız periyot için “geçici” kavramını kullanmak yanlış olmazdı.

Eski yüzyıllara nazaran çok daha geçici, henüz tam anlamlandıramadığımız adını koyamadığımız anlar yaşıyoruz. Bu anların sayısı artıkça adapte olabilme kaslarımız da gelişiyor ve insanlığı bir sonraki sıçramasına hazırlıyor bizleri. Burada farkettiğiniz üzere 200–300 yıl gibi kısa bir süreden bahsetmiyoruz. X,Y,Z kuşağı, sosyal medya, yapay zeka, robotlar, henüz birlikte yaşamayı öğrenemediğimiz şeylerden basit olan birkaç tanesi. 20 yıl sonra yapılan bir araştırma koca bir neslin sadece ve sadece bilinçsiz sosyal medya kullanımı yüzünden birçok yetisini yitirdiğini söylese ne düşünürsünüz?

Tek temennim İnsanoğlunun çok da uzak olmayan bir gelecekte doğruyu, iyiyi güzeli idrak edebilip, bunu yaşatabilmek için kenetlenebilmesi. Aksi halinde soyu tükenen türler arasına girme olasılığı çok yüksek! Aşağıdaki çizelgeye bir de bu gözle bakın.

zaman

Globalleşemeyenlerden misiniz? Üzülmeyin sorun DNA’nızda gizli.

İşim gereği birçok ülkede 100’lerce insanla ile bire bir çalışarak bir şeyler inşa etmeye, faaliyet gösterdiğimiz sektöre ilişkin yenilikçi çözümler sumaya çalışıyoruz. Rusya’dan Brezilya Arjantin’e, Güney Afrika’dan Nijerya Hindistan’a Polonya’dan Kuzey Amerika’ya kadar birçok farklı milletten insanla çalışma fırsatı buluyorum.

Bu ekipler arasında bir kıyaslama yaptığımda hemen her konuda en az global düşünen insanların buna müteakip elbette startUp’larının sadece Türkiye’de olduğunu görüyorum. İkinci sırada Nijerya var gibi gözükse de, her ne yapıyorlar ise; tüm Afrika için yapıyorlar ve sadece Nijerya’da 190 milyon kişi yaşıyor. Yani oralarda da işinizi hızlı ölçeklendirebilmek Türkiye’den çok daha olası.

Daha az global düşünmemizin birkaç sebebi var;

Avrupalı mıyız? Orda Doğulu mu? Yoksa Asya’dan mı geliyorduk?

Kendimizi hiçbir bölgeye ait hissetmiyoruz. Oysa Türkiye’deki startUp’ların ya da profesyonellerin Orta Avrupa ve Orta Doğu’da yapabilecekleri o kadar çok iş var ki! Hatırlarsanız bizler, en azından benim kuşağım ilkokuldan itibaren Türkiye’nin Orta Avrupa ve Orta Doğu’yu nasıl birbirine bağladığından, bölgedeki öneminden bahsediyoruz. Bunu şimdiye kadar nasıl kullanabildik? Üzülmeyin, Türkiye’deki en büyük holdinglerin birçoğu da birşey yapmıyor bu konuda. Bilmeyenleriniz Naspers’ın hikayesini araştırsın, 1915 yılında kurulan Güney Afrikalı (evet 103 yıl önce) bir şirketin 2001 yılında Çin’de yaptığı 32 milyon dolarlık yatırım ile nasıl Dünya’nın en büyük şirketlerinden birini yarattığını bir inceleyin. Bu şirket Tencent, bugün piyasa değeri 500 milyar dolar civarında. Aklınıza gelen, buna benzer bir yatırım yapmış dev şirketimiz var mı Türkiye’de? Dolayısıyla üzülmeyin.

Pasaportumuz!

Etrafımızdaki hiçbir yere vizesiz gidemiyoruz. Basit bir ayrıntı gibi gözüküyor olabilir lakin çok önemli! Birçoğunuzun beğenmediği Romanya’dan, Bulgaristan’dan bile insanlar sırt çantalarını alıp dünyanın herhangi bir yerine çalışmak için daha kolay ayrılabiliyorlar yuvalarından. Bizlerse ya gider ve oturma-çalışma izni alamaz geri dönmek zorunda kalırsak diye düşünmek zorundayız. Çoluk çocuk ne yapar? Diğer taraftan ne kadar iyi profesyonel olursanız olun birileri yurtdışından sizi transfer etmek istese bile size sponsor olmak yani daha fazla para harcamak zorunda sizi işe alabilmek için. Diyelim tüm bunları göze aldı ve sizi istiyor. Benliğimizin en diplerinde yer etmiş ata sözlerimiz? Oğlum gitme; taş yerinde ağırdır! Her horoz kendi çöplüğünde vb… atasözleri ne olacak? Bir bildiği yok mudur atalarımızın.

Çekirdek Aile Kavramı!

Birbirimizi kandırmayalım arkadaşlar, evlenmeden önce ailesinden ayrılamamış, başka şehre gitmesin diye üniversiteye kaydettirilmemiş veya zar zor gönderilmiş bir nesilden bahsediyoruz. Böyle yetişti birçoğumuz. Konfor alanından çıkmayı başarıp yurtdışına gitmiş tanıdıklarınız var mı? Mesela Almanya’da yıllarca yaşamasına rağmen kendi Türk komunitilerini kurmayı tercih etmiş, oranın halkının arasına karışmakta çok zorlanmış akrabalarınız, arkadaşlarınız? Almanca konuşmayı 10 yıl sonra o da çat-pat mı öğrendiler? Yurtdışına okumaya dil öğrenmeye gidip, bulduğu birkaç Türk arkadaşıyla Türkçe pratiği yapıp geri gelen arkadaşlarınız var mı? Klübe hoşgeldiniz!

Yüksek ego ve konfor alanını hiçbir şekilde terket etmek isteMEme refleksiyle yukarıdaki maddeleri harmanladığımızda ortaya biz çıkıyoruz. Pratiğiz evet! Lakin biraz fazla growth hack yapıyoruz hemen herşeye ilişkin, bu güvenilirliğimizin sorgulanmasına sebebiyet veriyor zaman zaman. Buna pratiklik değil, hinlik denebiliyor bazen hatta. En büyük endişem dışarıya bakma, daha büyük oynama fikrini yeni nesle yeni nesil şirketlere aşılayamaz isek; en büyük avuntumuz büyük kısmı yabancı bir şirket tarafından satın alınmış yerli startUp’lar ya da tamamı kendisinden yıllar sonra kurulmuş global bir şirket tarafından satın alınan işler olacak. Globalleşemez isek; global firmaların yuttuğu bir eko-sistem olacağız.

Kredi Kartlarının İnternet Alışverişine Kapatılması

Tüm sektör paydaşları olarak kullanıcıların internet üzerinden alışveriş refleksini iyileştirmeye çalıştığımız şu dönemde rekabet halinde olduğumuz birçok etmen var. Sıralamakla bitmez ama şöyle hızlıca bir bakacak olur isek; havaların güzelliğinden tutun alışveriş merkezlerinin çokluğuna, kargo şirketlerinin teslimat sürelerinden pazar yeri satıcılarının henüz istediğimiz seviyelere ulaşamayışına değinebiliriz.

Tüm bu olumsuzluklara rağmen %25’in üzerinde (gelişmiş pazarlarda bu rakam tek hanelerdedir) bir büyüme ile Hindistan ve Latin Amerika pazarının arkasından en hızlı büyüyen ülkelerden birisi konumunda Türkiye. %3’ün altındaki dijital ticaret payımızı çok hızlı bir şekilde %7–8’lere çıkarabilme şansımız olduğu düşünüldüğünde bu büyümenin de katlanarak artacağını söylemek çok yanlış olmaz. Kilit nokta, yüksek frekansta internet üzerinden alışveriş yapan 5 milyon kişiye yeni milyonlar eklemek hemen her paydaşın vazifesi olmalı.

40 milyonun üzerinde internet kullanıcısı olan, 18m’un üzerinde kullanıcının bankaların internet şubesini kullandığı bir ortamda sadece 5 milyon kabul edilebilir bir rakam değil. Burada kredi kartlı ödemelerin dışında alternatif ödemelere yani lisanslı ödeme kuruluşlarına ciddi bir yük düşüyor ki bu başka bir yazının konusu. Dijital alışverişlerde kredi kartı kullanımının %90’lara ulaşmasının sebebi bu konuda çok iyi olduğumuzdan değil, alternatif yöntemler ile yeteri kadar müşteriye ulaşamamızdan kaynaklanıyor.

Bir önceki yazımda sektörle ilgili kamu ve kuruluşların desteğinden bahsetmiştim, burada da hemen hiç kimsenin anlayamadığı kredi kartlarının tamamının internet alışverişlerine kapatılmasına değinmeden edemeyeceğim. Yanlış duymadınız! Yeni regülasyon ile birlikte internet üzerinden daha önce alışveriş yapmış olsun olmasın tüm kredi kartları internet alışverişine kapatılıyor. Kullanıcılar bankaları ile SMS, internet bankacığı vb kanallardan iletişime geçip talimat vermez ise; bu kartlar kapalı kalacak ve dijital ödeme yapmaya çalıştığında hata alıyor olacak. tekrarlayan / düzenli ödemeler ile ödeme toplayan şirketler ve kullanıcıları da ciddi bir kayıp bekliyor maalesef.

İlk lanse edildiğinde 2017 Ağustos ayı içerisinde planlanan bu geçiş, sektör paydaşları ve derneklerinin oldukça tepkili ve haklı bastırmasıyla önce Aralık sonuna sonra da Ocak ayı sonuna ertelendi. Ertelenme sebebi de hepinizin tahmin edeceği üzere milyonlarca kişinin henüz kartlarını internet alışverişine açtırmamış olmasıydı. Bilinçsizce hareket ettiği için internet üzerinden dolandırılan birkaç kullanıcının şikayeti sonrası alınan bu karara ilişkin bu saatten sonra bir iptal beklemek çok mümkün gözükmüyor.Maalesef yanlış yaptık demeyi sevmiyoruz milletçe! Yerleştirilmeye çalışılan dijital alışveriş güvenlidir algısını nasıl bir çırpıda kendi kendimize yerle bir ettiğimize de girmek istemiyorum, zira TOBB çatısı altında bu konuda epey bastırmama rağmen algı kavramını anlatamadım ilgililere, yine aynı gün tüm e-Ticaret meclisinde tüm katılımcılara sorduğumda orada bile henüz odanın %35’e yakını kartlarını açtırmak için gerekli aksiyonu almamıştı.Bu da maalesef %35’lik bir para, zaman ve enerji israfı olarak geri dönecek eko-sisteme, toparlamamız için muhtemelen 3 aya ihtiyacımız olacak ki büyük kayıp!

Çözüm ise çok basit; son 6 ay-1 yıllık periyotta dijital alışveriş yapmış kredi kartlarını açık bırakalım, gerisi için bu kuralı uygulayalım yeter. Herkes kazanır. Sektör için hemen her yerden destek istediğimiz şu günlerde bu gibi hareketler bazen gölge etme, başka ihsan istemem dedirtiyor.

2017’de PayU ve Fintech eko-sistemi

PayU’nun Türkiye’de faaliyetine başlamasının üzerinden 6 yılı biraz aşkın bir süre geçmiş. Bu aynı zamanda Türkiye’de PSP’lerin de doğduğu yıla götürüyor bizi. Geriye dönüp baktığımda kişisel olarak beni en çok tatmin eden şeyin aslında PayU değil de tamamiyle eko-sistem ekseninde konuları ele almaya çalışıyor olmamız olduğunu söyleyebilirim. PayU Türkiye ile Hindistan’dan sonra en hızlı büyüyen 2. Ülke olmamız, 2017 yılı içerisinde karlılığı yakalamamız, cirosal anlamda Türkiye’nin en büyük ödeme kuruluşu olmamız ilki kadar tatmin etmiyor beni ve ekibimi. Biliyoruz ki ülkece çok daha fazlasını yapabilir, dokunduğumuz herkesin hayatını daha iyiye doğru değiştirebiliriz.

2017’ye kısaca bakacak olur isek; BDDK, Rekabet Kurumu, Gelir İdaresi başkanlığı, Masak nezdinde atılan birçok olumlu adım var. Finansal okur yazarlığı artırıp, bankacılık dışında da alternatif bir finans sektörü yaratabilmek için epey çaba sarf ettik Burhan Eliaçık liderliğinde, ODED çatısı altında. Burada iş birliklerinden dolayı tüm lisanslı ödeme kuruluşlarına kişisel olarak da teşekkür etmek isterim. Sıfırdan ayağa kaldırdığımız bir eko-sistem için rekabet yerine birlikte iş yapış şeklini benimsemeye çalışıyor olmamız sektör için de büyük kazanç oldu.

TOBB çatısı altında, eTicaret meclisinde de atılan, ses getirecek adımlar var. Örneğin; e-Ticaret işletmelerinin ihracata ilişkin yaşadığı sorunları büyük ölçüde çözmek üzereyiz. Meclis başkanı Oget Kantarcı ve yardımcıları herkese eşit uzaklıkta, çok güzel işler çıkardılar kısa zaman içerisinde.Elbette çok çaba sarfetmemize rağmen hala doğru formüle edemediğimiz konular da oldu. Örneğin; kredi kartlarının anlamsız bir şekilde internet üzerinden alışverişe kapatılması konusu gerek Türkiye gerekse yurtdışı pazarda çok ses getirdi. Yabancı firmaların Türkiye’ye biraz daha şüphe ile bakmasına sebep oldu bile diyebilirim. Neyse ki uzun süredir erteletebilmeyi başarıyoruz bu konuyu, temennim en azından 2018 ilk yarısını atlatabilmek.

Yine 2017 yılında da startup’lar ile olan iş birliklerimize tam gaz devam ettik, Türkiye’de alternatif en fazla ödeme yöntemini kendi üzerinde barındıran platform PayU oldu. Compay’den UPT’ye birçok yerli ödeme sistemi ile iş birliği halinde olan tek ödeme servis sağlayıcısıyız. Bu işleri kendi başımıza yapmayı bir an için bile düşünmedik. Yurtdışından servis olarak aldığımız mPOS çözümünü kullanmayı bırakıp, Türkiye’den bir startup ile yola devam ettik. Bu yıl onların çözümünü PayU’nun tüm ülkelerine götürüyor olacağız.

2017 yılı içerisinde PayU Hub’ı devreye alarak, Türkiye’de yaptığımız tüm ödeme yöntemlerini tek platformdan sunma beceresini, tüm dünyaya yaymayı başardık, bu minvalde Uber, Aliexpress vb birçok ülkede faaliyet gösteren global işletmeler  PayU Hub ile entegre olarak faaliyette bulundukları tüm ülkelerden alternatif ödeme yöntemleri ve local acquiring ile ödeme alabiliyorlar. 2018 yılında online kredi ile birlikte *cross border en çok ses getirecek iki konu. Top 500 global işletmeyi bu platform ile onboard etmek istiyoruz. Bu Türkiye’de birlikte çalıştığımız bankalara da ciddi bir hacim getireceğimiz anlamına geliyor. Kişisel olarak en büyük hedefim bu platformla Türkiye’den de global işletmeler yaratabilmek. Birlikte çalışmaya başladığımız irili ufaklı birçok aday kurum oldu şimdilik.

Global işletmeler demişken, Türkiye ve Türk insanı olarak en büyük eksiğimiz global düşünmek, bunu katıldığım her platformda iliklerime kadar hissediyorum. 2018 yılı hepimiz için; daha çok global iş yapmayı başarabildiğimiz yurtdışında da fırsatları yakaladığımız, mevcut teknolojilerimizi yurtdışına ihraç edebildiğimiz bir yıl olsun.

*İşletmelerin sınırlar arası yaptığı ticaret